31 Ekim 2016 Pazartesi

ÜLKEYİ KRAVATLI EŞKIYALAR SOYDU…

ÜLKEYİ KRAVATLI EŞKIYALAR SOYDU…

Yolsuzlukla Mücadele siyasilerin birbirlerini tasfiye aracı yapılmamalıdır.
Kamu kaynaklarının hortumlanmasına mani olacak şeffaf ve hukuk içinde kalınarak bir sistem kurulmalıdır.
Yolsuzluklardan canı yanan ve bıkan herkes, her kurum ve oluşum yolsuzlukla mücadele için elini taşın altına koymalıdır.
Ülkemizde ne acı ki bazı rektörlerin, profesörlerin, paşaların, amirallerin, yargı mensuplarının medya patronlarının, STK. Liderlerinin ve bakanların adları medyada yolsuzlukla anılmış gazete manşetlerini ve TV ekranlarını süslemiştir.
Bu tabloya baktığımızda ülkemizde hortumcuların kravatlı eşkıyalar olduğunu söyleyebiliriz.
Yolsuzluklar Cumhuriyetimizi kemiren birer virüstür.
Yolsuzlukla Mücadele ideolojik ve partizanlık penceresinden bakılacak bir durum değildir.
Hiç bir kimse benim hırsızım iyidir diyemez.
Bugüne kadar her siyasi iktidar döneminde ne yazık ki yolsuzluklar yaşanmıştır.
İLKSAN-İSKİ-KOKSKOTAS- LOCKHEAD-KAYIP TRİLYON dosyaları,Kutu Kutu dolarlar, Reza Zarrab'lar, Batık Bankalar ile Yüce Divan'da yargılanan başbakanlar ve bakanlar hala unutulmamıştır.
***
Özel Not: Bu açıklamayı beni yapmak zorunda bırakan durum ve olay; Başbakan Binali Yıldırım'ın ilk iş olarak Yolsuzlukla Mücadele Kurulunu kaldırmasıdır.

Tevfik DİKER
19-20.Dönem Milletvekili
Yolsuzlukla Mücadele Derneği Kurucu Başkanı
Araştırmacı-Yazar
Büyük Türkiye Partisi Genel Başkanı
0 532 585 96 25

30 Ekim 2016 Pazar

BAŞKANLIK SİSTEMİ ve VATANA İHANET...
BAŞKANLIK sistemini ABD, İNGİLTERE ve İSRAİL'in bir dayatması ve amaçlarının ise TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ eyaletlere bölerek YIKMAK olduğunu ilk ifade eden RTE'dir.
Aynı RTE, şimdi Başkanlık çare diyor.
Hangi RTE'ye inanalım?
***
Buradan açık seçik ilan ediyorum.
Başkanlık Sistemi isteyenler; bir gün hepsi ya KANDIRILDIK diye AF ve ÖZÜR dileyecekler yada VATANA İHANETTEN yargılanacaklar.
Tıpkı FETÖ terör örgütünde olduğu gibi.
Buradan TÜRK MİLLETİNE sesleniyorum.
Daha dün HOCA EFENDİ dedikleri bir CAHİLE inanarak peşinden giden KANDIRILMIŞ İNSANLARA inanıp da sakın ha BAŞKANLIK diye tutturmayın.
Yarın ÜLKE BÖLÜNDÜĞÜNDE sizlerde HESAP VERME durumunda kalabilirsiniz.
Benden uyarması...
***
Başkanlığı  Bebek katili Öcalan'da istiyor.
Bu konudaki linki aşağıda paylaştım.
http://www.hurriyet.com.tr/ocalan-dan-baskanlik-sistemi-icin-kritik-mesaj-23403200

27 Ekim 2016 Perşembe

CUMHURBAŞKANI YALAN SÖYLER Mİ?

Cumhurbaşkanı ERDOĞAN, Bugün FETÖ için; "2010 yılından itibaren bu yapıya karşı tavır almaya başladığımda yanımda milletimden başka kimseyi bulamadım” Dedi.
Bu doğru değildir.
Bir Cumhurbaşkanı millete doğruyu söylemek zorundadır.
Yalan şık olmaz.
***
İşte Doğrular.
Tarih. 14 Mayıs 2011
“MHP’nin bir defa Hocaefendi’ye saldırısı gerçekten bana göre ihanet derecesindedir. Çok çirkin bir şey. Hocaefendi işi gücü bırakmış da Bahçeli ile mi uğraşacak? Bir defa onun bulunduğu makam, meşgalesi böyle bir şeye müsaade etmez. Çok çirkin, çok ayıp. Ben bunu ihanet derecesinde kınıyorum. Burada Bahçeli’nin kendisini çek etmesi, kendiyle uğraşması lazım. Ben inanıyorum ki aklıselim sahibi ülkücü kardeşlerim de bunun bu yaptıklarından ciddi manada rahatsızlar. Böyle bir yaklaşım olmaz”
Tarih 15 Haziran 2012
10. Türkçe Olimpiyatlarında bir konuşma yapan Başbakan Erdoğan “Biz gurbette olup şu vatan topraklarının hasreti içiresinde olanları aramızda görmek istiyoruz. Gurbet aynı zamanda garipliktir. Zaten oradan anlamını yükleniyor. Onun içinde biz garipliğe tahammül edemeyiz. Bu sıla hasreti bitmelidir. Bitsin istiyoruz. Doğrusu ben şu anki tavrınızla hep birlikte bu hasretin bitmesini istediğinizi anlıyorum. Öyleyse bitsin bu hasret diyelim”
Tarih 25 Aralık 2012
Tayyip Erdoğan Samanyolu’nun 20. Yılı kutlamalarında Fethullah Gülen’in şiirlerinden oluşan ‘Kırık Mızrap’ konserine mesaj gönderdi:
“Bu vesileyle etkinlik kapsamında muhterem Fethullah Gülen’in gönül yolculuğunu anlatan Kırık Mızrap eserinin güzide sanatçılarımız tarafından musiki eşliğinde yorumlanacak olmasını da heyecan verici bulduğumu ifade etmek isterim. Muhterem Fethullah Gülen’e gönül telinden süzerek inşa ettiği tüm o mısralar için; o mısraları musiki ile buluşturarak farklı bir güzellik katan sanatçılarımıza da emekleri için ayrıca teşekkür ediyor, ellerine, dillerine, gönüllerine sağlık diyorum”
Tarih 22 Mayıs 2013
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ABD temasları esnasında kendisinin de Fethullah Gülen’e ziyaret yaptığını açıkladı. TRT’den yayınlanan bu röportajda Bülent Arınç “Başbakan bizden ‘sevgilerimi iletin, bir emri olur mu, tavsiyeleri olur mu’ öğren dedi. 3 saate yakın birlikte olduk” dedi. Arınç’ın açıklmaları şöyleydi;
Sayın Başbakanımıza da gitmeden önce konuyu açtım, ‘fırsat bulursam böyle bir ziyaret yapmak istiyorum. İzin verir misiniz, uygun görür müsünüz ‘ dedim. Çok memnun oldu. Hatta ‘keşke bizim için de mümkün olsa, biz de görüşebilsek’ dedi. Ama programları çok yoğundu. Bu programlardan fırsat bulup da böyle bir mesafeli ziyaret olabilir miydi O, pek ihtimal vermedi. Ama ‘selamlarımızı, sevgilerimizi götürürsünüz. Özellikle birinci gün boş olacak. Mümkünse 15’inde bu ziyareti yapabilirsiniz’ demişti. Biz 15’inde oradaydık eşimle birlikte. Bizi aldılar dostlarımız, arkadaşlarımız, Hoca Efendi’yi bulunduğu yerde ziyarete götürdüler.
Başbakan Erdoğan da selamlarını, sevgilerini, iyi dileklerini iletmesini istedi. (Bizden bir emirleri olur mu bir tavsiyeleri olur mu Onu da öğren) dedi. Şüphesiz, son zamanlarda çok fazlasıyla speküle edilmiş, bazı konular üzerinde yazılıyor, çiziliyor. Bunları belki kendisine birinci ağızdan sormak, o konularda bir önerisi bir tavsiyesi varsa, veya bizim farkında olmadığımız herhangi bir yanlışımız varsa bu konularda da bizi aydınlatmasını rica etmekti
Tarih 24 Ekim 2013
Fethullah Gülen tansiyona bağlı ritm bozukluğu sebebiyle hastaneye kaldırıldı. Tayyip Erdoğan Fethullah Gülen’i aradı. 28 Ekim 2013’te Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, Fethullah Gülen ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasındaki telefon görüşmesinin ayrıntılarını yazdı. Kendisine geçmiş olsun telefonu açan Erdoğan ile görüşen Gülen, Başbakan Erdoğan’a övgü dolu sözler söylüyor. Ekrem Dumanlı’nın yazısından bir kısım:
“İnsanın içi burkuluyor, boğazı düğümleniyor böyle durumlarda. (…) Neyse ki hastaneden müspet haberler geliyor, “Durumu kontrol altında” deniyor. Kaygıları gidermek mümkün değil yine de. Arayan arayana. Merak, endişe, ıstırap…İlk arayanlardan biri Başbakan Tayyip Erdoğan’dı. Zarif bir ses tonuyla ‘geçmiş olsun’ dileklerinde bulundu. Hocaefendi de aynı zarafetle Sayın Başbakan’ın hatırını sordu, “Zahmet buyurdunuz…” dedi. Söz sırası dualaşmaya gelmişti. İkisi de hem dua istedi birbirinden, hem dua ettiler birbirlerine. Görülmeye, duyulmaya, düşünmeye değer bir tabloydu. Uzaktan bu manzarayı izleyebilseydiniz, eminim, “Yahu işgüzarlar! Artık aradan çekilin ki fitne ateşi sönsün!” diyecektiniz. Öyle samimi, öyle halisane bir iletişim vardı ortada…
Görüşme bitince Hocaefendi, “Sesi çok güzel geliyordu…” dedi. O sesteki duruluk ve içtenliği birkaç kez anlattı arkadaşlarına. Sonra dua etti bol bol”
Kaynak: GAZETEPORT
ŞOK-ŞOK-ŞOK Vatana İhanet Budur!...


Genelkurmay Eski Başkanı,
Işık Koşaner, TBMM Darbe Araştırma Komisyonunda  'Kozmik Odaya girilmesiyle ülkemizin işgal edilmesi halinde direnişi organize edecek kişilerin çok gizli listesi deşifre oldu' dedi.
Buna sebep olanlar Yüce Divan'da yargılanmalı.
Vatana İhanet budur.
***
Gazeteciyi, Hakimi, Savcıyı, Askeri, Öğretmeni tutukla ama siyasetçiyi özellikle Fetöcü ByLock'cu AKP' liye dokunma.
Bu mu adalet?
***
MHP Gnl Bşk. Yrdc.S.Yalçın,"Mevcut fiili durum böyle devam ederse yeni Darbe Girişimi yaşanabilir Başkanlık Sistemine geçilmeli" demiş.
YUH.
ALLAH aşkına bu adamlar bizi akılsız mı sanıyor?

26 Ekim 2016 Çarşamba

Kimin eli kimin cebinde!...
(Bu makale 2013' te www.eurovizyon.co.uk ta yayınlanmıştı)

Fethullah Gülen Hocaefendi, 9 Şubat 1998 tarihinde Vatikan’da Papa 2. Jean Paul’le görüştü.
Yanında, Zaman Gazetesi’nin eski sahibi Alaattin Kaya ile yine Zaman Gazetesi’nin eski Genel Müdürü İlhan İşbilen de vardı.
Bu görüşmede Papa’ya sunduğu mektupta Gülen şöyle diyordu:
“Pek muhterem Papa cenapları,
Yoğun gündeminizde bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatıâlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.
Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinler arası Diyalog için Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik.
İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır…”

***

Bu satırlar “Dinlerarası Diyalog” çalışmalarının bir Vatikan Projesi olduğunu beyan etmektedir.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “Vatikan Projesi’nin parçası olmaktan dolayı memnuniyet duyması” çok dikkat çekici bir durumdur.
28 Ekim 1965’te Papa 6. Paul’ün onayıyla ilan edilen bu proje “Papalığın 3. bin yıl hedefi” olarak açıklanmıştır.
Vatikan’dan 1990 yılı sonunda deklare edilen “Redemptoris Missio” adlı genelgede şöyle denilmektedir:
“Dinlerarası diyalog, Kilise’nin bütün insanları Kilise’ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Bu misyon aslında Mesih’i ve İncil’i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir.”
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Papa’ya mektubunda “Tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz” dediği, işte bu misyondur!
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez bir süre önce yaptığı açıklamada “Dinlerarası diyalog olmaz. Sadece din adamları arasında bir diyalog olabilir” demiştir.
Gülen Cemaati’nin, Vatikan’ın “Dinler arası Diyalog” projesinde yer almakta yıllardır ısrar etmesinin sebebi merak konusudur.

***

2014 yerel seçimlerinde CHP’nin İstanbul adayı olması beklenen Mustafa Sarıgül’ün Gülen Cemaati tarafından destekleneceği sır değildir.
Baronlar Baronu Rahmi Koç’un koordine ettiği siyasi proje Mustafa Sarıgül üzerine kuruludur.
Sarıgül’ün geçen yıl ABD’de bu çerçevede yaptığı kimi temaslar Rahmi Koç sayesinde gerçekleşmiştir.
Ekim 2012’de, Mustafa Sarıgül Harvard Üniversitesi’nde“Kültürlerarası Diyalog Ortadoğu Barışı ve Yerel Yönetimler” başlıklı bir konferans vermiştir.
Yine 2012’nin Kasım ayında Mustafa Sarıgül’e Vatikan’ın en büyük liderlik nişanı verilmiştir.
Nişanı, Mustafa Sarıgül’e Papa’yı temsilen Türkiye’ye gelen Kardinal Kurt Koch takmıştır.

***  

Fethullah Gülen Hocaefendi, 9 Ekim 1997’de önde gelen Yahudi örgütü olan ADL’nin (Anti Defamation League) Başkanı Abraham Foxman’la buluşmuştur.
Bu görüşmede de yanında Alaattin Kaya vardı.
Alaattin Kaya, Cemaat adına Amerika’daki Yahudi lobisiyle görüşmeler yapan isimlerdendir.
Gülen, henüz Türkiye’de olduğu dönemde 12 Mart 1998’de Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansı Heyeti’ni kabul etmişti!
O dönemde üç günlük bir ziyaret için Türkiye’ye gelen Yahudi heyeti Ankara’da dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, TBMM Başkanı Hikmet Çetin ve Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’le görüşmüştür.
28 Şubat sürecinin önde gelen generallerinden Çevik Bir 28 Şubat 1997’nin öncesinde ve sonrasında İsrail’i adeta suyolu yapmıştı.
28 Şubat sürecinde Erbakan’ın değil askerlerin yanında yer alan ve Nisan 1997’de Refahyol’a “Beceremediniz gidin!” diyen Fethullah Gülen’in 28 Şubat sürecinde Çevik Bir’e yazdığı ileri derecede övgü dolu satırları unutmamız mümkün değildir.

***

Fethullah Gülen Hocaefendi 25 Şubat 1998 tarihinde de İstanbul’da İsrail Başhahamı Eliyahu Bakshi Doron’la görüşmüştür.
Akit Gazetesi’ndeki köşesinde bu görüşmeden söz eden Hasan Karakaya şunları yazmıştır:

“Amerika kaynaklı The Atlantic dergisi Fethullah Hocaefendi’nin, Antisemitizm ve Yahudilerle ilgili görüşlerini yayınlamıştı...
The Atlantic’in, “Antisemitist” olup olmadığı şeklindeki sorusu üzerine Fethullah Hocaefendi; ‘daha önce Kur’an ayetlerini yanlış anladığını’ söyleyerek, sonradan ‘Yahudilere dair bakışının değiştiğini’ açıklamıştı.

Hocaefendi, aynen şöyle demişti:
‘Kemali samimiyetle itiraf etmek lazım ki (Yahudilerle ilgili) ayet ve hadisleri yanlış anlamış ve yaptığım izahlarda yanılmış, olabilirim. Şunu anladım ve daha sonra belirttim ki Kur’an’da veya sünnette yer alan (Yahudilere yönelik) eleştiri ve lanetlemeler belli bir inanca bağlı insanlara değil, herhangi bir insanda olacak karakteristliğe yapılıyor.’

Dergi İsrail Başhahamı Eliyahu Bakshi Doron’un 25 Şubat 1998 tarihinde İstanbul’da Fethullah Hocaefendi’yi ziyareti sırasında çekilmiş bir fotoğrafı da arşivden bulup yayınlamıştı...

Fotoğrafta, Başhaham Doron, Hocaefendi’ye ‘bir çini vazo’ hediye ederken görülüyordu. Siz olsanız sormaz mısınız;

Hocaefendi, ‘İsrail’e duyduğu sempati’ sebebiyle mi değiştirdi ‘bakış’ını?...

‘Hükümet’le çatışma’ içine girmesi, ‘İsrail’le çatışma olmasın’ diye mi?...İyi de…İsrail’e bu ‘hoşgörü’ niye?..
Bir ‘beklenti’ mi var, Yoksa ‘korku ve endişe’ mi?..
Ya da, ‘kuşatılmışlık’ mı?...”
(Akit, 28 Kasım 2013)

***  

Cemaat mensubu Emre Uslu 24 Kasım 2013 tarihli Today’s Zaman’daki yazısında “Hükümet-Cemaat kavgasının birinci sebebi” olarak…
“Hükümet’in İsrail’le olan sorunlu ilişkilerinin Gülen hareketi içinde meydana getirdiği hoşnutsuzluğu” saymıştır!
Uslu’nun bu yazısı, Cemaat-İsrail ilişkilerinin hangi boyutta olduğunun, Cemaat’in Ankara yerine Tel Aviv’in politikalarını tercih ettiğinin açıkça ifade edilmesidir.
Cemaat, Ankara’nın Tel Aviv’in karşısında kararlı ve dik duruşundan rahatsızdır. Türkiye’nin İsrail’den bağımsız davranmasından rahatsızdır.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, İsrail’in Mavi Marmara katliamının ardından “İsrail’in otoritesine karşı çıkılmaz” dediğini ve Tel Aviv’in yanında yer aldığını hatırlıyoruz!
İsrail devletinin “uluslar arası sularda” gerçekleştirdiği terör saldırısına, uluslar arası hukuka tecavüzüne karşı Cemaat’in ve Fethullah Gülen’in malum tavrı asla kabul edilemez.
Başbakan’ın Gezi Kalkışması’nı yapanlara “Çapulcu” demesini kınayan Gülen İsrail’in Filistinlileri katletmesi karşısında yıllardır suskundur.
Türkiye’nin değil İsrail’in yanında yer almak ve İsrail’le uyumlu çizginin ısrarla devam ettirilmesi Gülen Cemaati için vahim bir durumdur.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Mayıs 2010 tarihinde bu görevine atandığında İsrail devleti tepki göstermişti…
Üç yıldır Cemaat’in ve Cemaat mensubu bazı yazarların Hakan Fidan’ı hedef alan “yıpratmaya yönelik” çabaları herkesçe bilinmektedir. 7 Şubat 2012’deki MİT Krizi’nde de Fidan hedefteydi. Cemaat Medyası o tarihteki bir anlamda “sivil darbe girişimi” olan operasyonu ısrarla desteklemişti.
Today’s Zaman ve Taraf yazarı olan Emre Uslu’nun MİT’e yönelik hasmane tavrı ve MİT’le ilgili hakikat dışı beyanları da bilinmektedir.
CIA ile bağlantılı Jamestown Vakfı’nda çalışmış olan Emre Uslu, ABD ve İsrail’i asla eleştirmeyen bir yazardır ve bu iki devletin politikalarının hızlı destekçisidir.
Emre Uslu Ergenekon firarisi Bedrettin Dalan’ın sahibi olduğu Yeditepe Üniversitesi’nde de görev yapmıştır!
ABA Et’in sahibi Murat Akhan…
Bedrettin Dalan’ın kuzenidir.
Akhan ve Dalan, teyze çocuklarıdır.
Murat Akhan, Cemaat’in Mütevelli Heyeti’nde yer alan bir işadamıdır.
Bedrettin Dalan, İstanbul Belediye Başkanı iken (1984-1989) Türkiye’deki önde gelen işadamlarından Mustafa Süzer’in 1987 yılında başlayan ve çok tartışılmış olan Gökkafes inşaatına ruhsat veren isimdir.
Dalan ve Süzer uzun yıllardır birbirine çok yakındır.
Süzer Grubu Onursal Başkanı Mustafa Süzer Cemaat’e ait “Fatih Koleji Sami Çakır Fen ve Anadolu Lisesi’nin” temelini atmıştır.
Fatih Üniversitesi Rektörü Şerif Ali Tekalan da Mustafa Süzer Vakfı Mütevelli Heyeti üyesidir.
Ergenekon davası hükümlüsü Mehmet Haberal tahliye olduktan sonra Fatih Üniversitesi Rektörü Şerif Ali Tekalan’ı ziyaret etmiştir.
Mustafa Süzer’le Alaattin Kaya çok yakındır.
Mehmet Haberal’la Bedrettin Dalan da birbirine çok yakın iki isimdir.

***

Gülen Hocaefendi’nin Zabitleri

Fethullah Gülen Hocaefendi, “Küçük Dünyam” adlı kitabının 45. sayfasında, 1950’li yılların ikinci yarısındaki kimi hatıralarını anlatırken Erzurum’da karşılaştığı Esad Keşafoğlu adlı bir üsteğmenden bahseder.
Esad Keşafoğlu’nun “Özel Harp Dairesi elemanı olduğu” yolunda son yıllarda kuvvetli iddialar dile getirilmektedir.
Gülen, henüz çok genç yaşta Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği’ni kurmuştur.
Erzurum’da kurulan bu dernek, Komünizmle Mücadele Derneği’nin Türkiye’de ilk kurulan şubeleri arasında yer alır.
NATO’nun Komünizmle Mücadele Konsepti’nin ne denli sorunlu olduğu yıllar içinde açıkça görülmüştür.
1950’li yıllarda farklı adlar altında Avrupa’daki NATO ülkelerinde faaliyete geçen “komünizmle mücadele” konseptindeki çeşitli kuruluş ve derneklere ABD’nin parasal destek sağladığı sonradan ortaya çıkmıştır.

***

Fethullah Gülen’in, Cemaat’e ait Sızıntı Dergisi’nde 12 Eylül darbesini candan destekleyen yazısı (Ekim 1980) hepimizin malumudur.
Gülen’in Evren’e yönelik sitayişkâr sözlerini de biliyoruz.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “arandığı” yıllarda (1980-1986) Cemaat’inin serpilmeye büyümeye başlaması ilginç bir durumdur. Nisan 1986’da İstanbul Çamlıca’daki bir vaazla “ortaya çıkan” Fethullah Gülen hakkındaki takibat sonlandırılmıştır.
Fethullah Gülen’in 1990’lı yıllarda Harp Okulları’ndan mezun olan Cemaat’e mensup teğmenlere, TSK’daki geleneksel törenlerden sonra- dar dairede ve gizlice bir “yıldız takma” töreni daha yaptırdığı ciddi biçimde iddia edilmektedir.
“Başkomutan” sıfatıyla Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’nın Hava Harp Okulu’nda onur konuğu olarak katıldığı yıldız takma törenleri uzun yıllardan beri yapılmaktadır.
1990’lı yıllarda, o törenlerin sonrasında Cemaat’e ait bir binada Gülen’in “zabitlerine” ikinci bir tören düzenlenerek “Kep içinde yıldızların Hocaefendi’ye sunulmuş olduğu” öne sürülmektedir.
Bu durumda Fethullah Gülen Hocaefendi “Başkomutan” mı olmaktadır?

***

Türkiye’de çok sayıda Cemaat veya Tarikat vardır.
Hangisi Gülen Cemaati kadar siyasetin içindedir?
Hangisi devlette, bürokraside bu denli kadrolaşmıştır?
Hangisinin bu kadar geniş bir medya ağı vardır?
Hangisinin bankası vardır?
Hangisi 30 milyar dolar gibi çok büyük bir paraya hükmetmektedir?
Hangisi ABD ve İsrail ile böyle sıkı fıkıdır?
Hangisi, Yeni Türkiye’ye karşı ABD ve İsrail’in yanında yer almaktadır?

25 Ekim 2016 Salı




Acı ama gerçek.
Uyan Türkiye.
FETÖ' nün Zabitleri biliniyordu..

9/03/2014' de bu makaleyi yazdım.
Cumhurbaşkanı- Başbakan ve Genkur Başkanı bilgi istemedi.
Acı ama gerçek bu.

***
GÜLEN’İN ZABİTLERİ
Peygamber Ocağı TSK’daki darbeci, cuntacı, hortumcu ve paralel yapı mensubu tüm ayrık otları temizlenmelidir.
TSK içindeki paralel yapılanmanın izi sürülecek olursa 1980’li yılların ortalarına kadar gitmek gerekir.
O yıllardan itibaren askeri lise sınav sorularının Cemaat mensubu adaylara gizlice verildiği öne sürülmektedir.
Günümüzde TSK’daki albayların yüzde 10’unun, binbaşıların ise yüzde 40’ının Cemaat mensubu olduğu yolunda ciddi iddialar medyaya yansımıştır.
General ve amirallerden sayısı çok az da olsa tümgeneral seviyesinde cemaat yanlısı olanların varlığı da iddia edilmektedir.
TSK’daki kuvvet komutanlıklarına paralel olarak Cemaat’teki Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri veya Deniz Kuvvetleri vs. imamları vardır.
Bu imamlar asker kökenli değildir.
Cemaat’in üst düzey abileri bu paralel branşlara bakmaktadır!
Yıllar yılı TSK’daki Cemaat mensuplarının sayısını artırarak kadrolaşma ve etkinlik tesis etme yoluna gitmişlerdir.
F.Gülen’in 1990’lı yıllarda Harp Okulları’ndan mezun olan Cemaat’e mensup teğmenlere TSK’daki geleneksel törenlerden hemen sonra “dar dairede ve gizlice” paralel bir yıldız takma töreni yaptırdığı Cemaat içi kaynaklarca ciddi biçimde iddia edilmektedir.
Başkomutan sıfatıyla Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının Hava Harp Okulu’nda onur konuğu olarak katıldığı yıldız takma törenleri uzun yıllardan beri yapılmaktadır.
1990’lı yıllarda, o törenlerin sonrasında Cemaat’e ait bazı binalarda Gülen’in “zabitlerine” ikinci bir tören düzenlediği ve “Kep içindeki yıldızların Hocaefendi’ye sunulduğu” öne sürülmektedir.
Durum böyleyken, Gülen’in “Başkomutan” olarak muamele gördüğü anlaşılmaktadır.

Bu paralel törenlerin o dönemde birkaç şehirde yapıldığı, daha ziyade İstanbul Altunizade’de Gülen’in Türkiye’de iken kaldığı binanın beşinci katında gerçekleştirildiği ifade edilmektedir.
Gizli tutulan bu dar kapsamlı törenlere Cemaat’in en etkili isimlerinin başında gelen M.Ö. ile Gülen’in özel doktoru K.Ü ve yine çok etkili Cemaat abilerinden olan İ.B’nin de katılmış oldukları dile getirilmektedir.
*** *** ***
Şayet 17 Aralık ve 25 Aralık 2013 tarihlerindeki darbe girişimi başarılı olsaydı,
Darbe birkaç aşamalı olarak içinde bulunduğumuz 2014 Mart ayında tamamlanacak...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın tasfiyesinin yanı sıra Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel de görevden uzaklaştırılacaktı.
Tarafıma ulaşan sağlam ve güvenilir bilgilere göre orgeneral ve korgeneral seviyesinde bulunan bütün yüksek rütbeli askerler de tasfiye edilecek, Genelkurmay Başkanlığı’na bir Tümgeneral getirilecekti.
*** *** ***
Bundan önceki yazımda,
Üst düzey bir cemaat mensubunun..
2008 yılı yazında Pensilvanya’ya giderek, Gülen’e Cemaat’in Himmet paralarından 150 milyon TL’nin (Eski parayla 150 trilyon) hortumlandığını belgelerle ispatladığının..
İddia edildiğini yazmıştım.
“Yolsuzluk konusunda hassas olması gereken F. Gülen, bu kişinin (R.U.) ortaya koyduğu hakiki belgelere neden yüz çevirmiştir?” diye de sormuştum.
R.U. adlı önde gelen cemaat yetkilisinin olaydan sonra apar topar cemaat içinde kızak bir göreve tayin edildiğine de yine bu yazımda yer vermiştim.
Tarafıma ulaşan sağlam bilgilere göre R.U. adlı yetkili kişinin sonuçsuz kalan o ziyarette Gülen’e “Cemaat’in çok önemli ismi M.Ö.’yü şikâyet ettiği” iddia edilmektedir.
*** *** ***
1984’ten bu yana başta üniversite sınavları ve askeri okullar olmak üzere birçok merkezi sınavın soru kitapçıklarının çalındığı ciddi biçimde dile getirilmekte bu konudaki iddialar gün geçtikçe yaygınlaşmaktadır.
Bu duruma tanıklık etmiş olan muhtelif kişiler, medyaya konuşmakta ve paralel yapıdan şikâyet etmektedirler.
Çalınan soru kitapçıkları, Türkiye’de hırsızlıktan veya yolsuzluktan sayılmıyor mu?
Bu soruyu Yolsuzlukla Mücadele Derneği Kurucu Genel Başkanı kimliğimle Anayasa’ dan kaynaklanan hakkımı kamu adına kullanarak duyarlı bir vatandaş olarak soruyorum.
2010 yılındaki KPSS sınav yolsuzluğu hatırlardadır.
Haftalarca hatta aylarca kamuoyunda tartışılmıştır.
KPSS’de soruların çalınması skandalını araştıran Savcılık, ÖSYM bilgisayarlarından sınav bilgilerinin başkalarıyla paylaşıldığını tespit etmiştir.
Bu konudaki haberler medyada yer almıştır.
Bana ulaşan bilgilere göre, KPSS skandalıyla ilgili gerçeğin çok daha vahim sonuçları bulunduğu öne sürülmektedir.
Çok ciddi iddialar vardır.
ÖSYM’den çalınan sorularla ilgili olarak yapılan savcılık soruşturması kapsamında skandalla birebir ilgisi saptanan bir şüpheliden bahsedilmekte..
Şüphelinin savcıya itiraflarda bulunmasının bazı kişilerce istenmediği iddia edilmekte..
Sonrasında, şüphelinin başına gelen dramatik olaya dikkat çekilmektedir.
Bu şüphelinin intihar mı ettiği yoksa olayın bir cinayet mi olduğu sorusu ciddi biçimde sorulmaktadır.
*** *** ***
TEVFİK DİKER

24 Ekim 2016 Pazartesi

AKP Manisa Milletvekili ve TBMM Darbe Araştırma Komisyon Üyesi Selçuk ÖZDAĞ hakkında ŞOK Paralel iddiası..
Tevfik Bey merhaba,
Uzun yıllardır uluslararası sermayenin dünyadaki hareketlerini izleyen ve sizin de bu konuyla ilgili yazılarınıza ve kitaplarınıza tesadüfen Selçuk Özdağ ile ilgili incelerken denk geldim. Kitaplarınızda bu konuları işlemişmiydiniz henüz bilmiyorum, ilk fırsatta okuyacağım.
Son günlerde farkettiğim Çaldağ Madeni ile ilgili acayipliği daha fazla insana ulaştırabilmek için sizinle paylaşmak istedim.
Türkiye’de bugünlerde yaşadığımız çekişmenin aslında Erdoğan ile bizzat R. o. t .h ailesi ve onların uzantıları arasında yaşandığı somut örneklerle malum. IMF ile stand-by anlaşması yapılmaması,Tekel Tütün BAT Özelliştirmesi sonrası Tütünlü Mamüllere Uygulanan Kapsamlı Yasaklar ve Yüksek Vergiler,Mey İçki en son Diageo firması tarafından satın alındıktan hemen sonra yürürlüğe giren kapsamlı alkollü içkiler düzenlemesi ve yüksek vergiler, iptal edilen Koç-Ülker- UEM’in kazandığı köprü ve otoyol ihalesi vs. somut örnekler.
Madenler üzerinde de bu mücadelenin devam ettiğini ve bu ailenin Erdoğan ile yaşanan sorunlar ve kamuoyunda çevresel kaygılarla oluşan tepkileri aşabilmek için 100% Türk Şirketi görüntüsü oluşturacak şekilde hülle satışlar yaptığını gözlemliyorum. Bunlar her nedense hep Cemaat bağlantılı şirketler
1- Newmont’un Normandy (Eurogold) altın madenindeki hisselerinin tümünü -madenin 1.5 senelik ömrü kaldığı gerekçesiyle- değerinin çok altında daha önce hiç madencilik deneyimi olmayan Koza Altın’a satılması ve Koza’nın bu altın madenini her nasılsa 8-9 senedir çalıştırıyor olması ve bu maden sayesinde değerini 25 katına çıkarması. Bunun global sermayenin finanse etme yollarından biri olduğu malum. Bir de üzerine KOZA Holding içerisinde karmaşık ortaklık yapıları oluşturarak 100% Türk Şirketi görüntüsü vermek. Daha sonra enteresan birşey oluyor; 17 Aralık sonrası Koza Altın ucuza satış yoluyla oluşturulan emaneti geri verme enstrümanı olarak Lonmin ile ortaklığa gidiyor. Büyük ihtimalle de mevcut AK parti iktidarında bir değişiklik olmayınca ve lisanslar da verilmeyince burada biriken para yurtdışında maden arama finansmanında (!) kullanılmak üzere Lonmin’e gidecek ve emanet geri alınmış olacak veya daha şiddetli muhalefet için kullanılacak.
2- Asıl acayiplik Türkiye’nin en büyük nikel rezervine sahip madeni olan Çaldağ Nikel madeniyle ilgili. Buradaki mevzu da birebir Koza Altın ile aynı.
Önce dünyadan haberi olmayan 3 tane Cemaat gönüllüsü genci Güney Afrika’da kömür madenciliğine başlatıp bir başarı(!)hikayesi VTG Holding oluşturuluyor, bu şekilde finansman sağlanıyor. Daha sonra bu gençler Türkiye’ye gelip büyük sorunlar yaşayan Çaldağ Nikel madenini 100% Türk Şirketi olarak European Nickel’den bedava denilecek bir bedelle satın alıyorlar. VTG holding 40 milyon USD’ye aldığı madene yapacakları 450 milyon USD’lik yatırımdan sonra Türkiye’ye 20 yılda 6 milyar USD katkı yapacağını beyan ediyorlar, yani 20 yıllık uzun vadeli planları da hazır. Sonra her nasılsa 17 Aralık’tan sonra bu gençlerin Çaldağ Madenini satın alma hikayesinin kamuoyundaki inandırıcılıkları mı yeterli bulunmuyor nedir, Nata Holding görüntüsünün problemleri daha rahat çözebileceği düşünülüyor.En son Nata Holding maden yüzde 51% hissesini alarak madenin sahibi oluyor.
Nata Holding’in yurtdışı işleri Türkmenistan’da yoğunlaşmasına rağmen her nasılsa Guinea Bissau fahri konsolusu olan birisi. Cemaat bağlantısı da malum.
Ayrıca 17 Aralık sonrası bazı ruhsat sorunu olan işler ona düşmüş görünüyor. Mesela İstanbul Bayrampaşa’daki Forum TEM AVM gibi ( Forum AVM ler en son olarak Atrium Europan Real Estate/Blackstone’a ait idi)
Soru şu: Nasıl oluyor da R.O.T.H.S ailesine ait ve Koza Altın gibi yüzde 100% Türk gösterilmeye çalışılan Çaldağ Madeni için CHP Manisa milletvekili Hasan Ören tarafından meclis araştırması yapılmasına dair önerge veriliyor da aslında Muğlalı iken sonradan Ak Parti’den Manisa Milletvekili olan Eski BBP’li ve 17 Aralık öncesi Cemaat’e yakınlığı bilinen Selçuk Özdağ bu madenle ilgili meclis araştırması yapılmasına bu maden VTG-NATA olmak üzere Türk Şirketi’nindir diye sonuna kadar karşı çıkıyor ve AK Parti milletvekilleri de aleyhte oy kullanıyor.
Selçuk Özdağ’ın bu madene sonuna kadar kefil olmasının nedeni nedir? Selçuk Özdağ Muğla yerine neden başka şehir değil de Manisa’dan millevekili oldu? Kamuoyu yoklamalarında çok daha alt sıralarda çıkmasına rağmen AKP Manisa milletvekili oldu?17 Aralık sonrası Cemaat karşıtı söylemleri inandırıcı mıdır? Cemaat karşıtı söylemi gerçekse konuyu bilmemesinden mi kaynaklanıyor, yoksa zaten bir planın parçası mıdır? Parayı takip edince farklı bir görüntü çıkıyor. Selçuk Özdağ'ın Merhum M. Yazıcıoğlu ile de aslında olmayan ilişkisini parlattığı , böyle birşey olmadığı dillendiriliyor. Bu insan aynı zamanda darbeleri önleme komisyonunda.
Bu durum nasıl engellenebilir? Paralel deşifresi yaptığınızı bilerek soruyorum
Selam ve Dua ile
Selim Kaçar

23 Ekim 2016 Pazar

MHP Milletvekillerine Çağrı...

TBMM'de Başkanlık Oylamasında EVET oyu verirseniz ağır VEBAL altında kalırsınız.
Ne demek referandumda HAYIR diyeceğiz?
Bir şey ya doğrudur ya yanlıştır.
Referandumda Hayır diyecek olan TBMM' de oylamada da HAYIR oyu kullanmalı.
Aksi büyük bir çelişkidir.
Bu şekilde hareket MHP'yi bitirir.
Uyan Milliyetçi Hareket Partili Milletvekilleri.
Oylama gizli yapılıyor.
Elini vicdanına koy.
ATATÜRK' ün mesajını hatırla.
HAYIR' da Hayır vardır de...

22 Ekim 2016 Cumartesi

Paşaların Patronları...
Bu makaleyi 20 Şubat 2013'de http://www.eurovizyon.co.uk/' da yazdım.
Çünkü Türkiye'de hiç bir medya korkudan bana köşe veremiyordu.
Hala da veremiyorlar.
Uyan Türkiyem.
***
İşte o makalenin linki.
http://www.eurovizyon.co.uk/kurtlar-medyasi-pasalarin-patronlari-makale,5450.html

Türkiye’de Eski Masa’nın önde gelen baronları Rahmi Koç, İshak Alaton ve İnan Kıraç gibi yaşlı kurtlardır.

Baronların Baronu da Rahmi Koç’tur.

Kurtlar Medyası’nın vitrindeki hâkim patronu hiç kuşkusuz Aydın Doğan’dır.

Bununla birlikte, Kurtlar Medyası’nı sahne arkasından yöneten, bir tür ‘tek seçici’ veya organizatör konumundaki isim İshak Alaton’dur.

Hüsamettin Özkan, Kemal Derviş, Cem Boyner, Ümit Boyner ve Mustafa Sarıgül gibi isimler sözünü ettiğim yaşlı kurtlarla aynı istikamette konuşlanmışlardır.

Baronlar ve beraberindekiler, bir süredir Başbakan Erdoğan'ın Çankaya’ya çıkmasını engellemeyi amaçlayan bir siyasi proje üzerinde çalışıyorlar.

Rahmi Koç, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan sonra CHP’nin Genel Başkanı olarak Mustafa Sarıgül’ü görmek istiyor.

Sarıgül, 2004’te Deniz Baykal’ın karşısına çıkartılmış ancak başarılı olamamıştı.

2010’da bir kaset operasyonu sonucunda CHP’den istifa etmek zorunda kalan Baykal’dan, 1 Mart Tezkeresi’nin reddedilmesindeki rolü düşünüldüğünde “intikam” alınmıştı.

CHP’li Yılmaz Ateş, “Deniz Bey Genel Başkan iken İnan Kıraç geldi, belli isimleri ‘listeye almayın’ dedi. İstediği olmadı. Sonrasında kaset skandalı patladı” diye konuşmamış mıydı? (25 Mayıs 2011)

Kemal Kılıçdaroğlu’nu TESEV’in kurucu üyelerinden biri yapan da İnan Kıraç’tır.

Kaset operasyonundan hemen sonra, İshak Alaton Zaman yazarı Şahin Alpay’a “CHP’ye en büyük kötülüğü Deniz Baykal yapmıştır” diyordu.

***

Tezkerenin Meclis’e gelmesinden birkaç ay önce Rahmi Koç, “Irak’ta ABD’nin yanında olalım” demişti. (26 Aralık 2002, Milliyet)

O dönemde, Hürriyet’in başındaki Ertuğrul Özkök “Tezkere geçmezse Türkiye savaşa girer” diye yazıyordu. (27 Şubat 2003)

Doğan medyası, 1 Mart 2003’te Meclis’ten evet oyu çıkması için yırtınmış, çıkmayınca da “Büyük fırsat kaçırdık, mahvolduk, bittik” şeklinde yayınlar yapmıştı. Ertuğrul Özkök “Ekonomik yönden felaketin kapıda olduğunu, Türkiye’nin en az iki nesil kaybettiğini” iddia ediyordu.

Balyoz darbe planı için 2002 Aralık ayı başında düğmeye basıldığını biliyoruz. Çetin Doğan 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında Selimiye Kışlası’nda darbe planının seminerini yapmıştı.

Cunta, amacına ulaşamamıştı.

27 Mart 2003 tarihinde, iş dünyasının önde gelen isimlerinin Doğan Holding’in binasında toplandıklarını biliyor muydunuz?

Rahmi Koç, Aydın Doğan, Tuncay Özilhan, Ömer Sabancı toplantının önde gelen isimleri arasındaydı.

Tezkerenin geçmemesinin Balyoz darbe planına sekte vurmuş olduğu anlaşılıyor. Tezkere geçseydi, Türkiye Irak’ta ABD’nin yanında yer alacaktı. Böylece, Rahmi Koç’un arzusu gerçekleşecekti.

Baronların Türkiye’de kaybetmeye başladığı ‘kırılma anı’ tezkeredir.

***

Rahmi Koç, 28 Şubat sürecinde Tansu Çiller için “Küçük Hanım gidecek hem de nasıl gidecek” diye meydan okumuş, üç hafta sonra Refahyol hükümeti istifa etmişti.

28 Şubat gibi darbe süreçlerinde işleyen derin hiyerarşiyi isabetli bir biçimde değerlendirebilmek için ‘paşaların da patronları’ olduğunu görmemiz gerekir.

Bunun anlamı şudur…

Paşaların da üzerinde bir derin devlet yapısı bulunuyordu.

O yapının ana damarını da baronlar yani Türkiye’deki önde gelen işadamları oluşturuyordu.

Türkiye’deki derin devleti sadece ‘askeri vesayet’ ile izah etmeye çalışanlar bilerek ya da bilmeyerek derin baronların vesayet rejiminin üzerini örtmüştür.

Örneğin, Kurtlar Medyası’nın gizli organizatörü İshak Alaton’un has adamı liberal yazar Hasan Cemal her defasında askeri vesayetten yakınır ancak hiçbir zaman işadamlarının derin fonksiyonlarından bahsetmez.

“28 Şubat soruşturması daha fazla genişlemesin” diyen cepheye şöyle bir bakınız orada en başta İshak Alaton’u, özellikle de Doğan Grubu yazarlarını göreceksiniz.

Bu koroya bazı Zaman yazarlarının da katılması dikkat çekmektedir.

İshak Alaton’u sütunlarında övmekten yorulmayan ve bu arada Aydın Doğan’ı sanki 28 Şubat’ın dışında imiş göstermeye çalışarak kollamaya çalışan Zaman yazarları az değildir.

Zaman Gazetesi, manşetlerinden her defasında generalleri hedef tahtasına oturtmakta ancak sayfalarında belli başlı baronları asla eleştirmemekte, tersine parlatmaktadır.

Gazete, sözünü ettiğim işadamlarını daima darbe süreçlerinin ve girişimlerinin dışında tutmaktadır.


EMEKLİ PAŞALAR VE KOÇ HOLDİNG

Paşaların da patronları vardır, dedim…

Bu gerçeği gördüğünüzde, emekli paşaların neden çoğunlukla Koç Grubu’nu tercih ettiklerini anlamanız zor değildir.

Emekli orgeneral Vural Beyazıt Migros’ta yönetim kurulu üyesi idi.

Harp Akademileri eski komutanı olan emekli korgeneral Kemal Yavuz, bir dönem Maret’te yönetim kurulu üyeleri arasında idi.

28 Şubat’ın önde gelen komutanlarından Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Güven Erkaya vefat ettiği tarihe kadar Koç Üniversitesi mütevelli heyeti üyeliği yapmıştı.

Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç, altı yıl önce savcılıktan aldığı özel izinle o dönemde Tekirdağ’ın Saray ilçesinde tutuklu bulunan Deniz Kuvvetleri eski komutanı İlhami Erdil’i ziyaret etmişti.

Erdil, ‘haksız mal edinmek’ suçundan hakkında kesinleşen iki buçuk yıllık cezasını çekmekteydi.

Yolsuzluğa karıştığı için rütbeleri sökülen İlhami Erdil de Koç Holdingbünyesinde faaliyet gösteren bir şirkette yönetim kurulu üyesi olarak yer almış isimlerdendir.

Yine eski Deniz Kuvvetleri Komutanlarından emekli Oramiral Orhan Karabulut, Aydın Doğan’ın yakın arkadaşı olarak Doğan Holding yönetim kurulu üyeliğinde bulunmuştur.

Emekli Orgeneral Sabri Deliç ise İshak Alaton'un sahibi olduğu Profilo Holding'in Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı idi.

Devam eden Balyoz ve Ergenekon davalarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı mensuplarının önde gelmesi dikkat çekmektedir.

DERİN AĞABEY İNAN KIRAÇ

1979’daki Abdi İpekçi Suikastı sonrasında Ercüment Karacan apar topar Milliyet’i elinden çıkarmış…

O dönemde piyasada adı sanı bilinmeyen Aydın Doğan gazetenin yeni sahibi olmuştu.

Aydın Doğan’ın yakın dostu İnan Kıraç’tı.

Aydın Doğan, Vehbi Koç’un damadı İnan Kıraç’ın desteği ile yani Koç Grubu’nun arka çıkmasıyla Milliyet’in patronluğunu elde etmiştir.

İnan Kıraç, Aydın Doğan, Bedrettin Dalan ve Bülent Ulusu’yu yıllar boyunca aynı kadrajda görmek mümkündür.

Kıraç için, aynı zamanda ‘Derin Galatasaray’dır, diyebiliriz.

2011 yılının Ocak ayında Türk Telekom Arena Stadı’nın açılışında Tayyip Erdoğan’ı yuhalattıran da, kulübün o dönemdeki başkanı Adnan Polat’ın koltuğunu kaybetmesi sürecini o geceki olayla birlikte başlatan da işte bu ‘Derin Galatasaray’dır.

Ünal Aysal’ı Galatasaray Başkanı yapan İnan Kıraç’tır.

Aysal, 1970-1972 arasında Koç Holding bünyesindeki Ram dış ticaret şirketinde ihracat koordinatörü olarak görev yapmıştı.

Koç Ailesi’nin mutemet adamıdır.

Aynı zamanda MİT eski Müsteşarı Şenkal Atasagun’un çok yakın arkadaşıdır.

Atasagun, Süleyman Demirel’in yakın akrabasıdır.

Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nin 12 Ekim 2010’daki akademik yıl açılış töreninde İnan Kıraç, Süleyman Demirel ve Kemal Kılıçdaroğluüçlüsünün buluştuklarını sizlere hatırlatmak isterim.

Üniversite senatosu tarafından kendisine fahri doktora verilen İnan Kıraç gözyaşlarına hâkim olamamıştı.

İnan Kıraç’ın, Cüneyt Arcayürek’e 2011 Genel Seçimleri öncesinde “Güvenilir kaynaklardan bilgi aldım. CHP birinci parti olacak” dediğini, Arcayürek Cumhuriyet’teki köşesinde yazmıştı.

Seçim sonuçları İnan Kıraç’ı mahcup ederken, bu sözlerinin kehanet değil de aslında bir temenniyi yansıttığı o günlerde dile getirilmişti.

2011 Genel Seçimi’nde AK Parti’nin yüzde 50 oy alması en başta yaşlı kurtları yani baronları çok üzmüş, Doğan Medyası’nı da çok güç bir durumda bırakmıştı.


“İTİRAFÇI” AYDIN DOĞAN!

Doğan Holding yönetimini kızlarına devreden ve Onursal Başkan sıfatını alan Aydın Doğan, geçtiğimiz günlerde Doğan Grubu Yayın İlkeleri’nin uygulanmasını denetlemek üzere yapılan toplantıda konuştu ve son 10 yılın değerlendirmesi babında “itiraf” denilebilecek sözler sarf etti.

Aydın Doğan’ın dikkat çekici cümleleri şunlardı:

“Biz bağımsız ve tarafsız yayıncılık derken, kimileri bunu militan gazetecilikiçin bir vize olarak gördü. Bazı medya mensupları kendilerini kurumlarının üzerinde adeta bir hükmü şahsiyet olarak algılamaya başladı…”

Bu vesile ile Aydın Doğan’a “Bu bir itiraf değil midir?” diye sormak istiyorum.

Hukukta en büyük belge itiraftır.

Her itirafın yasal ve ahlaki sorumluluğu vardır.

Aydın Bey, bu itirafının hesabını nasıl vermeyi düşünüyor, acaba?

Aydın Doğan’ın yetiştirdiği, beslediği o “militanlar” yazdıkları yazılarla, attıkları manşetlerle muhtıralara, darbe hazırlıklarına, cuntalara çanak tuttular.

Yuvalar yıktılar.

İnsanların hayatlarını mahvettiler.

Köşeleri döndüler.

Boğaz manzaraları villaların sahibi oldular.

Fatih Çekirge’nin Doğan Grubu’ndan Uzan Grubu’na transfer olurken beş milyon dolar aldığını hepimiz biliyoruz.

Çekirge, Cem Uzan’ın Star’ında Doğan Grubu’na yaylım ateşi açmış bir gazeteci olarak, Uzan’lar battıktan sonra nasıl olmuş da yeniden Hürriyet Gazetesine dönebilmiştir?

Günümüzde Hürriyet’in hem yazarı hem yönetiminde etkin bir isim, üstelikErtuğrul Özkök’ün de damadıdır.

***

Emin Çölaşan’a açıktan 300-500 bin dolar gibi paralar verdiğini bizzat Aydın Doğan söylemiştir.

“Çölaşan’ı köşesini mevzi haline getirdiği için kendisinin kovduğunu” ifade eden Aydın Bey, hangi zorlayıcı sebeplerden dolayı maaş veya primler dışında yüklü miktarlarda paraları eski yazarı Emin Çölaşan’a vermiştir?

Fatih Çekirge de Emin Çölaşan da, Aydın Doğan’ın eseridir!

Bütün bunlar nasıl ilişkilerdir?


AYDIN BEY’İN “ŞANTAJCI MİLİTANLARI”

Aydın Doğan, şimdi ilkeli yayıncılık diye tutturmuş ama onun geçmiş karnesindeki notları kırık…

Hem de çok kırığı var…

Vakit gazetesini ‘susturmak’ için eski para ile 1 trilyon 355 milyar lira tazminat davası açan Aydın Bey’di.

Aydın Doğan, 2008 yılında “Başbakan Erdoğan benim sicil amirim değildir. Hilton olayını şantaj gibi kullanıyor” diye konuşuyordu.

Peki, 28 Şubat sürecinde Refahyol hükümetinin bazı bakanlarına ve kimi DYP milletvekillerine “istifa” etmelerini sağlamak amacıyla şantaj yapanlar Doğan Medyası’nın yöneticileri değil miydi?

Vatan Gazetesi Yazarı Can Ataklı, dönemin Turizm  Bakanı Bahattin Yücel’e Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök tarafından şantaj yapıldığını ve bunun üzerine o süreçte Yücel’in istifa ettiğini (2012 Şubat’ının son günü) CNN Türk’te katıldığı bir programda söyleyince ortalık karışmıştı.

Bahattin Yücel, zor durumda kalmış ve geri adım atmıştı.

Ne var ki, o dönemi benim gibi yakından bilenler kül yutmuyordu.

28 Şubat döneminde Tansu Çiller’in Başdanışmanı olan Hüseyin Kocabıyık da Doğan Medyası’nın meşhur bazı yazarlarının Çiller’in doktorundan eski başbakanın (muayenesinden elde edilen) çıplak fotoğraflarını çaldıklarını ve o fotoğrafların Çiller üzerinde tehdit unsuru olarak kullanılmak istendiğini, geçtiğimiz yılki bir röportajda açıklamıştı.

Bu örneklerden sonra, “Şantajcılık, Aydın Doğan’ın ‘militanlarının’ önde gelen vasıfları arasında değil miydi?” diye sormak istiyorum.

Doğan Medyası’nda sansürcülük de sistematiktir.

Bunun en ileri örneklerini Emin Çölaşan’ın 2007 yılında Hürriyet’ten gönderilmesi sürecinde gözlemiştik.

O ‘kavga’ esnasında Çölaşan, yazılarının Ertuğrul Özkök tarafından nasıl sansür edildiğini örneklerle anlatmıştı.

Hürriyet’teki sansür olayı, Çölaşan gibi isimlerle sınırlı kalmamıştı.

Basın meslek ilkelerini ihlal etmek, Doğan Medyası’nın neredeyse hayat tarzı gibidir.

Bütün bu anlattığım medya günahlarının, bugüne kadar hesabını vermemiş olan Aydın Doğan’ın şimdilerde sureta haktan görünerek meslek ilkelerinden bahsetmesi, bu konuda ne kadar titiz olduğunu söylemesi hiç de inandırıcı değildir.

AYDIN DOĞAN-MESUT YILMAZ İŞBİRLİĞİ

18 Haziran 2002’de Pamukbank’a el konulmasından önce dönemin BDDK yetkililerinin durumu gün be gün 
Mesut Yılmaz’a ve Aydın Doğan’a rapor ettikleri, Ergenekon iddianamesinin delilleri arasında yer almıştır.

2008 yılının Ağustos ayında medyaya yansıyan belgeler sayesinde, dönemin BDDK Başkan Yardımcısı’nın Çukurova Grubu’nun sahibi Mehmet Emin Karamehmet’e ait Pamukbank’a el koyma sürecinde Doğan Grubu ile paslaştığı ortaya çıkmıştır.